17 Mayıs 2009 Pazar

Şavşat Köyleri


Uzun zamandır Türkiye’de karla kaplı köy fotoğrafları çekmek istiyorduk. Aslında bunun için herhangi bir kış gününde Doğu’ya doğru uzanmak yeterliydi, ama beklentilerimiz biraz farklıydı. Görüntüleyeceğimiz köyler ormanın çevresinde olmalı; el değmemiş doğanın içindeki ahşap evler karla birlikte yerel yaşamdan kesitler sunmalıydı. Aradığımıza uygun yerlerin başında Şavşat ve köylerinin geldiğini saptamak pek de zor olmadı. Biz de kameraları, yürüyüş ayakkabılarını ve sırt çantalarını toparlayıp, Türkiye’nin en kuzeydoğu ucundaki bu bölgeye gitmek için hazırlıklarımızı tamamladık.


DOĞANIN CÖMERTLİĞİ


Yöreye kendi aracımızla gitmemiz, bize ülkeyi bir uçtan öbürüne yeniden yaşama ve fotoğraflama şansı sağladı. Birbirinden güzel fotoğraflar sunan Anadolu platosu, Erzurum-Artvin yoluna girdiğimizde cömertliğini oldukça artırmıştı. Dar ve dik vadiler boyunca kıvrılarak akan yola Çoruh Nehri de eşlik ediyor ve manzara çok keyifli bir hal alıyordu.Artvin'de konakladıktan sonra hedefimiz Şavşat'tı.Şavşat, Artvin'in yedi ilçesinden en doğuda olanı; kent merkezine uzaklığı72 kilometre. Yol, bildik Doğu Karadeniz güzelliklerini sunuyor. Yeşilden ve her yandan akan sulardan hani neredeyse içimiz de yıkanıp ak pak olacak! İlçenin deniz seviyesinden yüksekliği 1100 metre. Şavşat, bir bölümünde Gürcü kökenli yurttaşların yaşadığı 65 kadar köye sahip. Çevre köylerin rakımları 950 ile 1800 metre arasında değişiyor. Çoğunlukla dağ ve vadi yamaçlarından oluşan yörenin büyük bölümü dağlık-kayalık yaylak ve ormanlardan, geri kalan küçük bir bölümü ise, ekilip biçilmeye uygun düzlük ve yamaçlardan oluşuyor. Bir yanı Gürcistan olan Şavşat'ın diğer yanında yüksek dağlar sıralı. Bunlar sırasıyla, Karçal Dağları (3539 m), Sahara (2600 m), Cin Dağı (3000 m) ve Arsiyan Dağları (2220 m).


KIZAKLARI BOĞALAR ÇEKİYOR


Şavşat’ta son alışverişlerimizi yaptıktan sonra, yörede bize rehberlik edecek olan fotoğrafçı arkadaşımız Zafer Güngüt’le birlikte yola çıktık. İlk sapağımız İmerhev (Meydancık) yoluydu.Ardından bir akarsu kavşağından Çağlayan köyü yoluna girdik. Toprak zeminli yol, dere boyunca yukarılara doğru çıkarken zaman zaman suyun içinde bata çıka ilerledik. İleride varacağımız köy gözükmüştü ama, yükseldikçe kar başlıyordu. Sonunda kar yolu tamamen kapattığında artık ilerleyemiyorduk. Bizi almaya gelen arabayı gördüğümüzde ise pek bir şaşırdık. Boğalar tarafından çekilen kızaklı bir araba! Yüklerimizi kızağa yerleştirdik ve yola yürüyerek devam ettik. Ren geyikli kızağına hediyelerini yüklemiş mütevazı Noel Baba'lar gibiydik!Gürcüce adı Bazgiret olan Maden Köyü'ydü ilk ulaştığımız. Geleneksel dokusu bozulmadan günümüze kadar gelmiş olan bu köyde evler tamamen ahşap ve ortak mimari özellikteler. Duvarlarında yaba, tırmık gibi ahşap üretim aletleri asılı olan bu evlerin bahçelerinde de küçüklü büyüklü kızaklar göze çarpıyor. Belli ki burada ulaşım önemli oranda bu araçlarla sağlanıyor. Bizi karşılayan muhtar, biz tanrı misafirlerini evine konuk etti. İçi de dışı gibi güzel olan evde yürüdükçe ahşap zemin gıcırdıyordu. Duvarları oluşturan budaklı masif ahşap tahtalar evin doğal dekoru gibiydiler.


NEFES KESEN DORUK


Sıcacık evleri ardımızda bırakıp yolumuza devam ettik. Yamaçtan yukarıya çıkınca yöredeki en yüksek köye ulaşılıyor: Gamaşet. Karda yürüyüş yapmak biraz zor. Ama biraz daha yukarı yürüyünce varılan bir sırt, Karçal Dağları’nın doruklarını oluşturan Üçkardeşler zirvesinin görkemli görüntüsüyle ödüllendiriyor bizi. Buradan dağların bembeyaz yamaçlarına ve eteklerine serpilmiş köylere kuşbakışı göz gezdiriyoruz. Köylerde günlük yaşam sürüyor. Yakacak odun kesiliyor, hayvanlar besleniyor, koca kazanlarda kuşburnu reçeli ve pekmez kaynatılıyor, çıkrıkta ip eğriliyor, kuzine sobalarda nefis yöre yemekleri pişiyor; süt, peynir, kaymak, tereyağ yapılıyor... Yörede Karadeniz ile kara iklimi arasında bir geçiş iklimi hakim. Yüksek rakımlı yerlerde karlı kışlar neredeyse nisan ortalarına kadar sürüyor. Ladin ormanlarıyla kaplı bu çevrede kar, yılbaşı kartpostallarını andıran görüntüler sunuyor. Köylerde fotoğraf çekmeye doyamadık. Yaşlıların portreleri, evin önünde çalışan insanlar, pencereden bakan, dışarıda oynayan çocuklar, su değirmeninde mısır öğüten kızlar, erişte yapan kadınlar objektiflerimizi sürekli meşgul etti.


AKORDEONLU EĞLENCE


Buradaki köy evlerinin hemen hepsinde akordeon bulunuyor. Bizim için de akşam köy meydanında bir eğlence düzenlendi; akordeonun coşkusu ile saatlerce horon tepildi. Sırada bir de sürpriz vardı... Berobana adlı halk tiyatrosu ile ilk kez orada karşılaştık. Bu seyirlik oyunda, yüzleri siyaha boyanan gençler, ak sakallı ve kötü huylu ihtiyardan bir kızı kaçırmaya çalışıyorlardı. Köyün tüm çocukları ve kadınları da meydandaki eğlenceye katıldılar. Yüzleri siyah boyalı oyunculardan ilk anda çok korkan çocuklar, alışınca kahkahadan kırılıyorlardı. Çok yorulduğumuz, bir o kadar da eğlendiğimiz o gece, pencere kenarında bulunan sedirde oturup manzarayı izledik. Çok uzaklarda belli belirsiz ışık kümeleri gözüküyordu. Sabahın erken saatlerinde bu kez başka bir manzaraya uyandık. Yalnızçam Dağları’nın silueti sabahın ilk ışıkları ile birlikte gökyüzünün mor, mavi, pembe renklerine bürünüyordu.Şavşat’ın, yalnızca köyleri ile değil farklı yönleri ile de bizi kendine çektiğini söylemek gerek. Bunların başında Sahara Milli Parkı geliyor.El değmemiş doğa burada bir başka güzeldi.Ayrıca Şavşat Kalesi ve Karagöl gezilmesi doyumsuz yerlerdi. Şifalı maden suyuna sahip Çermik köyünden de söz etmemek haksızlık olur.Şavşat ve çevresi, derin vadiler, yüksek dağlar, balta girmemiş doğal ormanlar, buzul gölleri, yaylalar, fauna ve flora zenginliği, kaleler, kemer köprüler, geleneksel ahşap mimarisi ve yerel festivalleriyle çeşitli turizm değerlerini içinde barındıran özelliklere sahip. Tüm bu özellikleriyle yöre, ülkemizin en ucundasessiz sedasız bir şekilde doğa ve kültür turizmcileri tarafından keşfedilmeyi bekliyor.


Yazı : Pınar Yönter Fotoğraf: Faruk Akbaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder